İzmir’de doğmuş ve büyümüş biri olduğum halde, yıllarca Bülent Ortaçgil’den dinlediğim Bozburun’a gidişim her ne hikmetse 37 yaşımı buldu. Bazı şeyler böyle oluyor işte, ne kadar istesen de, kendi zamanından önce olmuyor sanki, ha bu arada oldurmak için kasanlar da vardır muhakkak ama ben o tiplerden pek değilim. Çok zorlamamayı da öğrendim ziyadesiyle...
Gelelim bu taşı toprağı boz, çorak tepelere... Yol boyunca geçtiğim o muhteşem bitki örtüsü, Marmaris'in Eylül güneşiyle şıkır şıkır parlattığı yeşil turkuaz doğasını aşıp, virajlı yollarından en son Selimiye'yi de geçene kadar " Allahım nereye gidiyoruz böyle, bu nasıl bir güzellik, off şu koya bak, ağaçlara bak, denize bak..." nidalarının arasından son virajla Bozburun'u tepeden gören düzlüğe ulaştığımızda, adeta greenbox'ı kalkmış, bütün foyası çıkmış, post apokaliptik bir coğrafyada buluverdim kendimi.
Amma da abarttın arkadaş diyebilirsiniz, ama değil... Geçilen yolları göz önüne aldığınızda, şok aynen bu şekil geliyor, hiç kusura bakmayın... Bozburun'a giden her kilometrede geçilen yollar, çam ormanlarının denize uzandığı ve neredeyse suyuna değindiği koylardan sonra beklenti tırmanıyor.
Pek tabii vaat aslında ortada, adı üstünde Bozburun, evet adı gibi bomboz bir burun da, işte yine de insan ümitleniyor.
Corona'dan önce, sene 2018...
Vardık Bozburuna, tatlı bir hayal kırıklığı içimizde, tepeden merkeze indikçe ağaçlar birkaç km. geride kalıyor sadece ama ansızın hiç olmamışlar gibi bir his kaplıyor içimizi.
Sahildeki butik otelimiz Pembe Yunus'u kolaylıkla buluyoruz ve değişiyor her şey... Pek tabii öyle tepemize değnek deymiş gibi değil ama mekanın ve çalışanlarının yarattığı sıcak atmosfer sizi yavaş yavaş moda sokmaya başlıyor. Bizim kaldığımız oda küçük ama temizdi, son dakika rezervasyonu, yine de yeterliydi. Sonrası, iskelenin üzerinde, muz ağaçlarının arasında ve denizde geçen huzur dolu 3 gün...
Sessizliğin, sabah yürüyüşlerinin, akdenizin tahammül edemediğim sıcak denizine henüz ulaşmadan, serin serin yüzdüğümüz sularında geçen miskin, leziz ve sessiz günler...
Bu küçük kasabada geçen üç günü, yukarıdaki küçük klip tam olarak özetliyor aslında. Bülent Ortaçgil'in sözleri coğrafyayı ve ruh halini, esen tatlı rüzgar, açıktan geçen irili ufaklı tekneler, denizin tatlı kıpırtısı ve üzerinde serildiğimiz iskele de atmosferi biraz olsun yansıtıyor. Çok geçmeden anlayıveriyor insan. Bozburun bir doğa harikası vadetmiyor. Bozburun kent deliliğinden uzak, Bodrum, Alaçatı POP yaz eğlencelerinden de çok uzak, akşam yemeklerinde bile alçak sesle konuşan, birbirinin kafasını şişirmek istemeyen, incelikli insanların, sakin ve dingin bir tatili yapmak için tercih ettiği bir kasaba. Çılgın, modern yenilenmeler, yapılar burada yok. Zaman burada çok yavaş akıyor, orası kesin.
İster sevgilinizle romantik bir kaçamak, ister de tek başınıza bir kafa tatili olsun, niyetiniz çılgın eğlenceler olmadığı sürece gönül rahatlığıyla bu rotayı yapabilirsiniz. Bozburun'dan bir önceki koy olan Selimiye de görülmeye değer bu arada! Dünya tatlısı sahipleriyle Piano Bar'ı ve önündeki küçük iskelesinden girebileceğiniz enfes denizini şiddetle öneririm.
Comments